Şöyle geriye dönüp
çocukluğuma baktığımda, kendimi babamın Büyük Dünya Atlası'nın
sayfalarında parmağımla kıtalar, denizler ve ülkeler arasında dolaşırken
hatırlıyorum.
Zannedersem o yaştan beri beni en
heyecanlandıran olgu, gideceğim yer değil de yürüyeceğim yol oldu. Yol boyu
yutulan toz, yoldaşlar, ciğere çekilen kokular ve kimi zaman da yaşanan eziyet
gidilecek yeri anlamlı kıldı. Kimi zaman çok kısa, kimi zaman da uzun olan
yollar - illa ki ülkeler, denizle ya da kıtalar arası da değil, bazen iki
semt arasında bir dolmuşun içinde kat edilen yol da olabilir -
bana 'içsel yolculuğu' öğretti. İster Burma'nın kuzeyinde Tanrı'nın
unuttuğu bir kasabada olayım, ister beter bir hastane odasında biraz
sonra gireceğim ameliyata doğru tekerlekleri titreyerek ilerleyen bir
sedyede, bu içsel yolculuk hissi çıktığım her seyahati anlamlı
kıldı.
Her yolculukta, umutlarımı, hayal
kırıklıklarımı, hatıralarımı, tecrübesizliklerimi, aldanmalarımı ama bir o
kadar da sevgiyi ve merakı hafızamın sırt çantasına koydum. Her gittiğim
yere kendimi de götürdüğümü unutmadım. Yol aslında hep kendimdi,varacağım yer
ise aşk.