Arnos Grove'da Eti gofret satin aldigim Rizeli bakkal yan komsusu Corfulu Yiannis'in
"kalamata" zeytinlerini tavsiye etti. Dolgun kalamatalardan 250 gram aldim. Elimdeki zeytin poseti agzimi sulandirdi. Wood Green'e dogru yurumeye basladim. Sagli sollu lokantalar, bufeler... Karnim iyice acikti.
Dalgin dalgin yururken arkamdan bir ses "N'apayn?". "Aaa Sabri, yahu dalmisim, bak gazeteyi de unutuyordum az daha". Bakmayin Bafli Sabri'nin gazete bayiiligi yaptigina, kulturlu adamdir, uc dili sular seller gibi konusur. Turkce ve Rumca'yi saymiyorum. Gazetemi her zamanki gibi rulo yapip uzatirken elimdeki kalamatalari gorunce "Dur sana dolaptan bir paket hellim vereyim, bu zeytinler oyle bos mideye gitmez" deyip, elime bir poset tutusturdu. "Aman dur, ne gerek var" demeye kalmadan kendimi King's Cross'da buldum. Palermolu manav Gianni'nin kan kirmizisi domateslerinden uc tane aldim. Nerede oyle kilo ile almak sebzeleri... O gunler Goksu pazarinda kaldi. Artik ihtiyac kadar aliyoruz.
Paddington her zamanki gibi kalabalik. Bu istasyon sehrin kuzeybatiya acilan kapisi. Slough, Reading, Oxford ve Herefort yolculari tsunami dalgasi gibi istasyonun meydanini yutup yutup duruyorlar. Istasyon'da Millie's kurabiyeleri satan kucuk mekanda iki Ispanyol calisiyor: Pedro ve Juan. Tuzlulari aldik, sira tatlida. Juan camekanin icinde duran cikolatali, frambuazli, findikli, karamelli envai cesit kurabiyeyi sanki elinde pirlanta tutuyormusca urkek bir bicimde alip kutuya koyuyor. Pedro, kurabiyeleri alirken bana Alonso'nun Formula 1'deki performansizligindan yakiniyor. Arkamda bekleyen gurultucu Alman ogrenciler duysun ister gibi sesini yukselterek "Schumi, Alonso'nun tozunu yutar gelecek yarista". Almanlar kuabiyelerin icine dusmus, Pedro'yu duyan yok. O kirik Katalan aksaniyla anlayan da...
Yorgunluk kahvesi icin St. James Park'in guney ucundayim. Is yerleri yasami kusatmis. Herkesin boynunda bir kimlik karti. Yanimda oturan adamin kartinda Ivan Kostanovic yaziyor. "Hirvat mi, Sirp mi, yoksa Karadagli mi?" diye dusunurken bir kadin masamda duran sekere uzanip "Alabilir miyim?" diye soruyor. Onun kartinda da Mina Suratyana yaziyor. Ya Sri Lankali ya da Hintli. Aklim kalamatalarda, hellimde, Sicilyali'nin domateslerinde. Firlayip Victoria'ya uzaniyorum. Iranli Reza buyukelciliklere giden Belgrave Caddesi'nin ucundaki patiseride taze ekmekler satiyor. Reza'dan bir somun ekmek alip dogruca Hyde Park'a...
Gunes ekimde oldugunu unutmuscasina insani isitiyor. Cimlere oturdum. Kucuk bir peceteyi serdim yere. Domatesleri ince ince dogradim. Ekmegi ikiye boldum. Hellimi dilimledim. Kalamatalari onume dizdim. Biraz otede sarap sisesini acmis paylasan iki isci. Onlarda sarap, bende sofra. Boris Zoblobscak ve Miroslaw Zbirnwsky: Biri Bratislavali, digeri Gdansk'dan. Sarap ise Mendoza, Arjantin. Zikkimlaniyoruz. Boris sikayet ediyor "Bulgarlar ve Romenler gelince bizim isler bozulacak. Niye alirlarki bu cingeneleri Avrupa Birligi'ne?".
Mendoza sisesi elimde, karsimda ucurtma ucuran Cinli aileye bakiyorum. Sarikli Hindu polisin sesiyle irkiliyorum "Hey siz! Ulu orta icki icemezsiniz. Kalkin oradan". Heathrow'a inmeyi bekleyen Air Zimbabwe ucagi tepemizden gurultu ile geciyor. Kalkiyorum. Hellim, domates, kalamata, Mendoza... Kafam iyi.
Marble Arch'da bir Jamaikali bagira bagira sarki soyluyor " I'mmm aaa Jamaicaaan in London".
"kalamata" zeytinlerini tavsiye etti. Dolgun kalamatalardan 250 gram aldim. Elimdeki zeytin poseti agzimi sulandirdi. Wood Green'e dogru yurumeye basladim. Sagli sollu lokantalar, bufeler... Karnim iyice acikti.
Dalgin dalgin yururken arkamdan bir ses "N'apayn?". "Aaa Sabri, yahu dalmisim, bak gazeteyi de unutuyordum az daha". Bakmayin Bafli Sabri'nin gazete bayiiligi yaptigina, kulturlu adamdir, uc dili sular seller gibi konusur. Turkce ve Rumca'yi saymiyorum. Gazetemi her zamanki gibi rulo yapip uzatirken elimdeki kalamatalari gorunce "Dur sana dolaptan bir paket hellim vereyim, bu zeytinler oyle bos mideye gitmez" deyip, elime bir poset tutusturdu. "Aman dur, ne gerek var" demeye kalmadan kendimi King's Cross'da buldum. Palermolu manav Gianni'nin kan kirmizisi domateslerinden uc tane aldim. Nerede oyle kilo ile almak sebzeleri... O gunler Goksu pazarinda kaldi. Artik ihtiyac kadar aliyoruz.
Paddington her zamanki gibi kalabalik. Bu istasyon sehrin kuzeybatiya acilan kapisi. Slough, Reading, Oxford ve Herefort yolculari tsunami dalgasi gibi istasyonun meydanini yutup yutup duruyorlar. Istasyon'da Millie's kurabiyeleri satan kucuk mekanda iki Ispanyol calisiyor: Pedro ve Juan. Tuzlulari aldik, sira tatlida. Juan camekanin icinde duran cikolatali, frambuazli, findikli, karamelli envai cesit kurabiyeyi sanki elinde pirlanta tutuyormusca urkek bir bicimde alip kutuya koyuyor. Pedro, kurabiyeleri alirken bana Alonso'nun Formula 1'deki performansizligindan yakiniyor. Arkamda bekleyen gurultucu Alman ogrenciler duysun ister gibi sesini yukselterek "Schumi, Alonso'nun tozunu yutar gelecek yarista". Almanlar kuabiyelerin icine dusmus, Pedro'yu duyan yok. O kirik Katalan aksaniyla anlayan da...
Yorgunluk kahvesi icin St. James Park'in guney ucundayim. Is yerleri yasami kusatmis. Herkesin boynunda bir kimlik karti. Yanimda oturan adamin kartinda Ivan Kostanovic yaziyor. "Hirvat mi, Sirp mi, yoksa Karadagli mi?" diye dusunurken bir kadin masamda duran sekere uzanip "Alabilir miyim?" diye soruyor. Onun kartinda da Mina Suratyana yaziyor. Ya Sri Lankali ya da Hintli. Aklim kalamatalarda, hellimde, Sicilyali'nin domateslerinde. Firlayip Victoria'ya uzaniyorum. Iranli Reza buyukelciliklere giden Belgrave Caddesi'nin ucundaki patiseride taze ekmekler satiyor. Reza'dan bir somun ekmek alip dogruca Hyde Park'a...
Gunes ekimde oldugunu unutmuscasina insani isitiyor. Cimlere oturdum. Kucuk bir peceteyi serdim yere. Domatesleri ince ince dogradim. Ekmegi ikiye boldum. Hellimi dilimledim. Kalamatalari onume dizdim. Biraz otede sarap sisesini acmis paylasan iki isci. Onlarda sarap, bende sofra. Boris Zoblobscak ve Miroslaw Zbirnwsky: Biri Bratislavali, digeri Gdansk'dan. Sarap ise Mendoza, Arjantin. Zikkimlaniyoruz. Boris sikayet ediyor "Bulgarlar ve Romenler gelince bizim isler bozulacak. Niye alirlarki bu cingeneleri Avrupa Birligi'ne?".
Mendoza sisesi elimde, karsimda ucurtma ucuran Cinli aileye bakiyorum. Sarikli Hindu polisin sesiyle irkiliyorum "Hey siz! Ulu orta icki icemezsiniz. Kalkin oradan". Heathrow'a inmeyi bekleyen Air Zimbabwe ucagi tepemizden gurultu ile geciyor. Kalkiyorum. Hellim, domates, kalamata, Mendoza... Kafam iyi.
Marble Arch'da bir Jamaikali bagira bagira sarki soyluyor " I'mmm aaa Jamaicaaan in London".
yerinizde olmak isterdim:)
YanıtlaSilselamlar a.erol
www.yeminlitercuman.com
200 ülkede türkçe tercüman